22 Ağustos 2016 Pazartesi

Ne Yaptım, Ne Yaptın, Ne Yaptık???

İki "gerçek" türkü dinleyin; insanlar ne acılar çekmiş/çekiyor anlarsınız. Peki siz bu acılardan muaf olmak için ne yaptınız? Yoksa İlahi adalete inancınız mı yok???

19 Ağustos 2016 Cuma

Bir Uçağı Beklerken

Bayağı bayağı alışmışım buraya yazmaya ki, daha bir hafta olmamasına rağmen sürekli bir "ay bloğa yazmayalı çok oldu yine" hissi içimde. Yine bir uçak yolculuğu öncesinde uçak saatinden iki saat önce havaalanında olunca fırsat bu fırsat dedim. Evet, tam iki saat önce geldim. Niye? Çünkü öyle dedi firma yetkilileri. Nerde bende o cesur yürek "aman canım, 2 saat önce gidip de ne yapacağım, son 1 saat orda olsam yeter" diyecek? Kurallarla ilgili ciddi sıkıntılarım olduğunu düşünmeye başladım son Zaman'larda. Tamam, kuralları ne kadar sevdiğimi Matmazel doğduktan sonra keşfetmiştim zaten de, hiç esneyememek, insiyatif kullanmaktan korkmak gibi sıkıntılarım da eşlik ediyor bana uzun süredir! Bu konuda geliştirmeliyim kendimi.
Bir hafta -on gün sürecek bir iş seyahati var önümde! Net bir süre veremiyorum çünkü bilmiyorum! Üstelik iş seyahati diyorum ama henüz iş başı yapmadım, işe kabul edildiğim kesin gibi de olsa henüz ne bir sözleşme var, ne de tebliğ edilmiş bir ücret bilgisi. Bakalım, bir çeşit deneme gibi olacak sanırım hem şirket hem de benim için. Bu arada, asıl seyahat uçakla değil, trenle! Yaklaşık 12-13 saatlik bir yataklı tren yolculuğu bekliyor beni akşama. Bu uçuş tamamen benim cebimden çıkıyor bu arada.
Bu seyahat belli olduğunda önce Matmazelle konuştum. Malum, iki yıldır hiç ayrı kalmadık geceleri (sanırım, kaldıysak da hatırlamıyorum) be kendisinin "ben sensiz uyuyamam" gibi bir fikri sabiti var. O yüzden aldım karşıma ve dedim ki böyle böyle. Benim iş için bir hafta on günlük bir seyahate gitmeliyim. Bu konuda ben seyahatteyken sen de anneannelerle kalarak bana destek olur musun? Önce mırın kırın etti, gitmeni istemiyorum, kaç gün, gitmesen olmaz mı??? Ben de dedim ki: Gitmeyebilirim, ama o zaman patron benim yerime başka birini işe alır, Ankara'ya taşındığımızda ben başka bir iş bulabilir miyim, bilmiyorum. Bulamazsam çalışamam, sen okula giderken ben evde kalmak zorunda kalırım. Benim evde kalmamı, çalışmamamı, mesleğimden vazgeçmemi ister misin? "Hayır" dedi, "istemem, git o zaman". Canımın içi güzel kızım benim... Sonra dün akşam uyumadan önce taaa ne zaman alıp sakladığım çim adamı verdim ve dedim ki: Ben gelinceye kadar her gün bunu sular mısın? Bakalım ben gelmeden saçları çıkacak mı yoksa ben onun saçı çıkmadan mı geleceğim? Bir de birlikte aldığımız defterine bana anlatmak istediklerini resimlemek/ yazdırmak ister misin? Ben de benim defterime yazacağım her gün ve döndüğümde her iki deftere birlikte bakacağız. "Tamam" dedi fıstığım :) çim adama da beklediğimin üzerinde şaşırdı ve sevindi :) Ve son olarak dişlerini fırçalarken aklına geldi: Ben ürün sensiz Nasıl uyuyacağım??? Hemen komediye çevirdim endişe bulutlarını: Aaaa, bak iyi hatırlattın. Sen şimdi yarın ve sonraki bir kaç gün bensiz uyuyacaksın ya, Ankara'daki okullardaki öğretmenler çok şaşıracaklar, ha ha ha! şaşkın şaşkın bakıyor tabi bu arada. Hiç bozmadan devam ediyorum: Ben sana söylemedim herhalde di mi, Ankara'da öğretmenlerle konuşurken dediler ki birinci sınıfa başlayacak öğrencilerin en az 3 gün annesinden ayrı yatabiliyor olması lazım dediler. Ben de onlara şaka olsun diye "Ama Matmazel bensiz uyuyamaz ki" dedim, "eh, o Zaman uyuduğunda gelir bizim okulumuza" dediler. Ha ha ha, oysa sen 3 yaşındayken bile bensiz uyuyabilitordun, değil mi? Ha ha ha :) Bu esnada kendisi de gülmeye başladı yavaştan. "Di mi ama? Ha ha ha:)" diye devam ettim, "üstelik şimdi de ayrı uyuyacaksın, Ankara taşındığımızda da öğretmenlerin çok şaşıracak, ne çabuk öğrendi" diyecekler, biz de "zaten biliyordu ki, biz size şaka yapmıştık, ha ha ha" diyeceğiz" deyince konu Matmazelin hınzır kahkahalarıyla kapanmış oldu. Bakalım, inşallah işe yarayacak bu taktikler ve biz kızımla sağlıkla ve mutlulukla kavuşacağız bir kaç gün sonra...
Aslında havalimanı manzaramdan bahsederim diye girmiştim bloğa ama neler anlattım yine, uzattıkça uzattım. Amaaaan, buraya da uzata uzata yazamayacaksam niye açtım ben bloğu?
Bu seyahat için yanıma üç kitap almış olmama rağmen (ikisi daha önce başlayıp henüz bitirmesinin kişisel gelişim / ebeveynlik kitabı) burda vakit geçirmek için girdiğim D&R'dan Erasmus'un Deliliğe Övgüsü'nü (10 TL'ye!)almadan çıkamadım! Kitabı aldım ama adımımı atamıyorum bir türlü dıları. Bakması bile büyük keyif. "Ne kadar şanslı burada çalışanlar" diye düşündüm bir ara, bütün gün bir sürü kitabın içindeler. Biliyorum, muhtemelen aldıkları maaş çok düşük ve benin hayalimdeki gibi bütün gün kitap okuma şansları yok tabi ki. Yine de insanın manzarasının kitap olması bile ne muhteşem şey yaaa!!! Geçen gün de Kurtlarla Koşan Kadınlar'ın biraz yıpranmış bir formunu 5 TL'ye bulunca Sevinç'ten çıldıracaktım. "5 TL mi, 5, 5?" diye gözlerimi belertip elimle "5" yapa yapa sorunca satıcıya "10 olsun o zaman!" dedi adam. 5 TL'ye aldım valla!!!
Allahım, ne olacak benim bu kitap tutkum bilmiyorum, para kazanmayı istememin en önemli sebebi kızıma iyi bir eğitim sağlyabilmekken en önemli ikinci sebebi de dilediğim kitabı hiç duraksamadan, bütçe hesabı yapmadan alabilmek! !

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Uçakta

Özlemişim uçağa binmeyi. Eskiden ne çok binerdim. Ah o eski günler! Neyse, geçmişe hayıflanmaktansa anın tadını çıkarmak lazım: Bak, hala sabahın köründe uçağa binecek fırsatın ve olanağın  var. Yeni bir kitaba başlamanın da heyecanı ile birleşince anın keyfine doyum olmuyor doğrusu. Bir de şu dün akşam içtiğim Majezik'in midemde yarattığı şiddetli ağrı geçerse ballı kaymak. İler görüşmesine gidiyorum bu arada bu cumartesi sabahı, sabahın köründe. Bugünün cumartesi olduğu biletleri almadan aklıma geleydi büyük ihtimal ta burdan oraya kalkıp da gitmezdim ama bir an bir il teklifi alıyor olmanın heyecanı cumartesileri çalışmayı tercih etmeme kararımı hatırlamama engel oldu. Olsun, vardır bunda da bir hayır. Hiç bir şeye olmasa bile, haftalar sonra bugün uçağa yetişebilmek adına 05.30 civarı uyanmam vesilesiyle #40sabaherkenkalk projesine de yeniden başlatmama vesile olur belki bu seyahat. Eski-yeni memleketimizi bir de günübirlik ziyaret edelim bakalım.

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Hafifledim

Bir kese yapmışım akşam, yarım saat falan duşta kaldım sanırım, tenimin rengi açıldı yemin ederim. Termosifonun suyu bitmeyeydi daha da çıkmazdım ya neyse. Öncesinde de ne zamandır ertelediğim bir takım kadınsal faaliyetleri halletmiltim. Kese sonrası bir de yüzüme peeling yapıp pilli fırçayla yüzümü zımparaladım ki; ohhh!!! Klişeyim sifonunu çekince banyoyu su basıyor olduğunu keşfetmem ve bunun için yarım saat uğraşmak bile keyfimi yok edemedi doğrusu. Ev dökülüyor resmen. Neyse ki son günler diyip moralimi bozmamaya çalışıyorum. Mutfaktaki karınca ve böcek problemi için de aynı taktiği uyguluyorum. Şimdi önümde zorlu bir taşınma süreci var. Taşınacağımız şehirden ev bulup alım/satım/kira işlemleri sonrası buradaki evi toparlamaya başlamak lazım. Bir yandan da beklemeye gerek yok, sen toparlan yavaştan diyorum ama şu eğitim bitmeden o da zor. Eğitim bitince de ev aramak için yine Ankara'ya mı gitsem yoksa buradaki işleri mi halletsem bilemiyorum. Bakalım, Allah yardım eder bir şekilde inşallah.
Akşam kese, banyo problemi sonrası kitabımı alıp yatağıma uzandığımda şu şarkının sadece 2 saniyelik melodisi takılınca aklıma bir saatten fazla Tubidy de vakit geçirince sabah yine erken kalkamadım tabi ki. Üstüne de ne giysem krizi eklenip bir de umduğumdan fazla trafikle karşılaşınca eğitime gecikmek kaçınılmaz oldu. Ama bu da bir kez daha ders olsun: Erken kalk, ertesi gün ne giyeceğine (saç baş, takı, çanta, ayakkabı, vb. Her şey dahil) akşamdan karar ver ve hazırla (sonra sabah pantolonundaki lekeyi kapıdan çıkarken fark edip baştan aşağı süt baş değiştirmen gerekir). Ve daima gülümse :)

7 Ağustos 2016 Pazar

Neden Şaşırmadım Acaba

Hiç şaşırtmıyorsun beni anne. Yine benim (ve diğerlerinin) beklediği tepkileri verdin. Yine destek yerine köstek olmayı seçtin. Yine herkesten önce kendi duygularını ön plana çıkarıp kabuğuna çekildin. Küsmekle, surat asmakla hiç bir şeyi değiştiremeyeceğini hala öğrenmemişsin. Benimse hiç umudum yok sana bunu öğrenebileceğime dair. Ne zaman ki işler senin istediğin gibi olmuyor, sırtını dönüveriyorsun bana. Sanki ben bile isteye seçiyorum yolumu. Zorunluluklarımı anlamıyor, sırtıma bir yük de sen ekliyorsun. Ama ben biliyorum artık: ben senin mutluluğundan sorumlu değilim. Beni kendi mutluluğunun sorumlusu olarak atama hakkın yok, vermiyorum bu hakkı sana. Dilerim çocukların olarak maddi destekten daha çok ve daha önce manevi desteğe ihtiyaç duyduğumuzu çok geç olmadan sen de anlarsın...

29 Temmuz 2016 Cuma

Aferin Bana

Bugün bir kez daha anladım ki gerçekten başarılıyım işimde. İşten ayrılacağımı duyan işçilerin yüzündeki hayal kırıklıklarına açık söylemler de eklendi bugün: İlk kez şansımız döndü demiştik, ilk kez sizin kadar güler yüzlü biri gelmişti, ilk kez gerçekten bizimle ilgilenen biri geldi diye sevinmiştik. Ne mutluluk, ne gurur verici bir durum! Koltuklarım kabardı resmen. Ne diyeyim ki; bir aferin de benden kendime gelsin o zaman: Aferin bana. Ve biliyorum ki hangi işi yaparsam yapayım, elinden gelenin en iyisini yapmakta sır. Boş vermemek, inandıklarından vazgeçmemek. Olmayacağını bile bile doğruyu savunmaya devam etmek. BU yüzden artık biliyorum ki kendi işimi de yapsam, özel sektörde alt seviye bir görevde de çalışsam keyifle ve azimle çalıştığım sürece zafer benim!

26 Temmuz 2016 Salı

İlginç

Karşımda kolsuz diz boyu elbise ile oturan stajer 24 derecelik klimadan üşüdüğü için üzerine bir hırka alıp işe gelmek yerine yaklaşık 15 gündür günde 3-4 kez klimanın derecesini yükseltmek için bizden izin istiyor.  İlginç geliyor bana böyle insanlar. Satın alma şefi, benim bölümüm için yapılacak bir işe istinaden kendi teklif aldığı 3000 TL'lik hizmetin faturasındaki 40 TL'lik farkın sebebini bana soruyor. Hizmet kapsamında bir değişiklik olmadığını söylememe rağmen bu 40 TL'lik farkın sebebini hizmet veren firmadan benim öğrenmem gerekiyor! Diyorum ya, ilginç geliyor bana böylesi insanlar. Sabah işe gelirken tek şeritli ve virajlı yolda gayet nizami olarak solladığım kaplumbağa hızındaki antika araç, ben kırmızı ışıkta beklerken ışığa aldırmadan beni geçip önümde kaplumbağa hızıyla ilerlemeye devam ediyor. İlginç! Zaten zorla yemek yiyen bücürüğe akşam yemeğinden 15 dakika önce muz yediren annem; ilginç! İş çıkışı bir saat bir yerlerde bir şeyler içip çene çalalım dediğim aylardır görüşemediğimiz arkadaşım, evde çocuğunun yolunu gözlediğini söyleyerek teklifimi reddediyor. Çok normal. Ama eve gidip 3 yaşındaki çocukla ilgilenmek yerine ev işi yapıyor, tablette çocuğuyla oyun oynuyor, çocuğu gece yarısına yakın uyuyor. İlginç! Yıllarca yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen sıkı fıkı dostlar, bana her türlü eziyeti, baskıyı yaptıktan sonra bir gün birbirlerine düşman olunca taraflardan biri kendisini diğerine karşı savunmak için benden destek istiyor; hayır önce özür dilemiyor, hayır yıllarca bana verdiği zararı tazmin etmiyor, hayır rica etmiyor; onu savunmamın, onun benimle paylaşmadığı  haklarını (çıkarlarını) korumamın benim boynumun borcu olduğunu söylüyor, görevimi (!) yerine getirmemi istiyor. İLGİNÇ!!!

25 Temmuz 2016 Pazartesi

İyi ki

Öyle güzel, öyle yakın, öyle "beni bilen" dostlarım var ki benim. Bir kez daha şükür ettim bugün hem de en derinden. Verdiğim kararın arkasında durmamı sağlayan, beni benden iyi tanıyan, zor günümde destek olanlar. Bir de hiç tanımadığım, beni hiç tanımayan, internet denen uçsuz bucaksız denize bir deniz yıldızı fırlatıp benim de buna şahit olmamı sağlayan insanlar: sık sık gereksiz yere zamanımı harcadığım için tümden ilişkimi kesmeyi düşünsem de "iyi ki var şu sanal alem; bazen gerçek hayattan çok daha iyi insanlar çıkarıyor karşıma" dedirten insanlar. İyi ki iyi ki varsınız...

Zor

Öyle sıkılıyor ki canım Ankara işini düşündükçe. Gidiş zamanı yaklaştıkça artıyor içimdeki hüzün. Annemle ayrılış sahnemizi hayal bile edemeden doluyor gözlerim. Boğazıma koca bir yumru oturuyor. Biliyorum direnmenin anlamı yok hayata. Ama neden be be hayat; neden ailemle, eşimle, kızımla rahatça yaşayamıyorum memleketimde? Neden illa ki biri eksik olmalı? Neden seçim yapmak zorundayım ailemle eşim arasında? Biliyorum, sormamam lazım, kabullenmem lazım. İsyan değil asla. Sadece, bilmiyorum işte, biraz hüzün, biraz kırgınlık, biraz da sitem belki. Sahip olduklarımın kıymetini biliyorum çokça. Şükran ve minnet doluyum hepsi için. Sanırım ilk kez gerçek anlamda sıla hasreti çekeceğim. Çok özleyeceğim annemi. Hala kafamda deli sorular: Gitmesem olmaz mı? İş yerine vazgeçtiğimi söylesem ne olur? Kızımın babasından ayrı olmasına gönlüm el verecek mi bu defa da? Zor, çok zor. Rabbim başka zorluk vermesin; bu olsun en büyük derdimiz. Ben biliyorum ki olan her şey benim hayrıma. Ben biliyorum ki hayat benim için en iyisini sunuyor bana. Biliyorum ki tek yapmam gereken kendimi suyun akışına bırakmam. Yapamam dediğim neleri yaptım şimdiye değin; olamaz dediğim neler oldu bitti. Hayattan bir şey öğrendiysem o da er geç tükürdüğünü yalayacağındır. O yüzden, derin derin derin nefesler alıp genişletiyorum gönlümü. Belki İzmir'de belki Ankara'da; her nerede olursam olayım güçlü ve mutlu olmayı seçiyorum ben. Gülümsüyor ve kucaklıyorum hayatı, bana tüm sundukları ile birlikte :)

19 Temmuz 2016 Salı

Her Şeye Rağmen


Ben dünyanın en büyük aşığı olabilirim
Ben koynunda yüz sene bin sene durabilirim
Ben Leyla'yı, Mecnun'u, Ferhat'ı Aslı'yı Kerem'i bilmem ama
Bağdat'ı iki gözüm kapalı bulabilirim...
Sabahtan beri dinlemeye doyamadığım şarkı... Adını daha önce hiç duymadığım Ayla ÇELİK'in Beyaz ile düeti. Umut her zaman vardır; Bağdat'ta zamanın zor koşullarında yaşanan hayatları, ortaya çıkan sanat eserlerini ve bu eserlerin sanatçılarını düşününce, Hayyam'ı aklımın ucundan geçirince neden olmasın diyorum; neden yaşama sevincimize sarılmayalım dört elle, neden sanata, edebiyata, bilime yormayalım kafamızı "bu şartlarda bile"? Asıl böyle zamanlarda yönümüzü çevirmeliyiz sanata, bilime, edebiyata (hoş, edebiyat da en güzel sanat dallarından biri benim gönlümde). Bugün hayranlıkla andığımız sanatçılar, bilim insanları çok mu iyi şartlarda yaşamışlardı? Einstein, Kafka, Beethoven Nazi vahşetinde, Hayyam, İbn-i Sina orta çağda yaşamadılar mı? Acı çekmediler mi? Her şey önlerine altın tepside mi sunuldu? "Tutku"ydu bence eserlerindeki sır; sığınak ettiler yeteneklerini kendilerine. Ben yeteneklerimi keşfedemedim henüz; ama bu başkalarının yeteneklerinden kendimi mahrum etmemi gerektirmiyor. Ben her koşulda kendimi geliştirmeye adıyorum kendimi "her şeye rağmen" ; okumaya, öğrenmeye, hayret etmeye, hayranlık duymaya, öğrendiklerimden keyif almaya adıyorum kendimi. Ha bu arada bir gün kendi yeteneğimi, kendi tutkumu keşfedersem eğer; fazladan bir sığınağım daha olur, ne de güzel olur... 
Hayat güzel, çok güzel; her şeye rağmen...


15 Temmuz 2016 Cuma

Yorgun

Aslında bambaşka şeylerden bahsedecektim ama bu yazıyı yazmak için e-postama girince çok istediğim bir işten olumsuz bir gördüm yine. Çok umudum kalmamıştı zaten, aylar geçti görüşmenin üzerinden ama can çıkmadıkça ümit kesilmez hesabı olumsuz yanıt gelmedikçe bir olasılık devam ediyordu sonuçta. İşte bunları söylesem de kendime, moralimin bozulmasını önleyemedim. Neyse, bu da geçecek; vardır bunda da bir hayır elbette.
Tırnaklarımın hali rezalet son iki haftadır. günlerce aklımda bir şekil vermekle gezip sonunda geçen pazar evden çıkarken iki dakika törpüleyivermiştim. Ojesini de akşama evde sürerim dedim ama süremedim tabi. Ve her gün bir tırnağım etinin dibine dibine kırılmak için sıraya girince ne oje sürülecek ne yüzüne bakılacak hale geldiler.
Dün akşam iş dönüşü Matmazeli jimnastik kursundan almaya gittim. Eve girdiğimizde saat 7'yi geçmişti. Ve bir kaşık bile yemek yoktu evde! Hazırda bir şeylerde yoktu aksi gibi. Ya dışarıdan yiyecek ya da evde hazırlayacaktık. Üstelik tezgah ve lavabo bulaşık, bulaşık makinesi bir akşam önce yıkanan temizlerle doluydu. Ve annem gelmiş, tv'yi açmış kiraz yiyordu. Üstelik apartman kapısını bize kendisi açmasına ve Matmazel'in tv izlemesini istemediğimi bilmesine rağmen tv'yi kapatma gereği bile duymamıştı. Tamam, belki sadece 15 dakika önce geldin, belki bulaşık makinesindekileri tabak çanağın yerini değiştireceğimi söylediğim için yerleştirmedin diyelim ;ne yiyeceğiz diye beni aramak da mı gelmedi aklına? En azından dışarıdan bir şeyler alırdım gelirken. Biliyorum, beklentiye girmekle hata benim ama o zaman başka zaman pek çok şeyi kendiliğinden yapmayacaksın! Benim evim senin evin kuralı olacaksa ben de ona göre planımı programımı yaparım. Yapılmamış olması değil düşünülmemiş olması geriyor beni. O yorgunlukla hiç oturmadan patates soydum kavurdum. Bir de baktım ki dolaptaki yoğurt da ekşimiş. E zaten tek çeşit yemek, salata yok, çorba yok; yoğurtsuz olur mu? Evin düzeni olmayınca, bir gün orda üç gün burda kalınca böyle oluyor işte. Aslında eve gelmeden aklımdaydı alışveriş yapmak ama Matmazelle markete girip gerilmek istemediğimden ertesi güne ertelemiştim. Evin yakınındaki markette de doğru dürüst yoğurt olmuyor, Abidik gubidik markalar. Mecbur biraz daha ilerdekine doğru yola düştüm. Arabayla siteden çıkıp park edip geri gelip park edene kadar yürüyeyim bari diye yürüyerek gittim geldim. Masayı hazırladım. Oturduk, yedik yemeğimizi. Matmazel ayranı erken bitti ve başka ayran yok diye mızıkladı biraz, Ben ona cırladım biraz. Neyse ki öyleydi böyleydi derken araya bir kaç şaka, bir yarış sıkıştırıp yemeği neşeyle bitirdik. Matmazel yemeğe devam ederken masanın altına dökülenleri süpüreyim bari deyip elektrikli süpürgeyi çalıştırdım. Hazır süpürgeyi çalıştırmışken salon hariç tüm evi üstün körü de olsa süpürdüm. Böylece haftada 2 gece kaldığımız evin haftalık süpürgesi için 50 TL kar ettim :) Sonra da banyo faslına geçtik. Biraz da orda bağırıştık ama yine çok şükür ki kalbimizi kırmadan, kriz yaratmadan onu da bitirdik. E hadi yatağa  derken ben saklambaç oynamak istedi Matmazel. O zaman siz oynayın ben de duşa gireyim o arada dedim. Duştan çıktım, Matmazelin sütünü hazırladım; babası aradı! Yarım saate yakın da babası ile güldü konuştu. Saat zaten 21.15 oldu. Sütünü içip kitabını da okuyunca ben de yattım yanına. Gözümü açtığımda saat 23'lü bir şeyleri gösteriyordu. Doğru yatak odasına yollanıp, telefonun şarj kablosunu bile aramadan vurdum kafayı yattım. Sabah 05.30'da kalktığımda ne kitap okumadığım ne üstümü değişmediğim için pişmandım. Eğer o 23'lü saatlerde azıcık uykumu açacak bir şey yapmaya kalksaydım (iyi ki dişimi falan fırçalamıştım Matmazel'i uyutmadan önce) sabah yataktan kazınırdım eminim. 
Velhasıl kelam, yoruluyorum. Hayat koşturmaca ile dolu. Şimdi bu akşam yine yazlığa gideceğiz. Pazartesi işe oradan geleceğim büyük ihtimal. Dün Matmazel'i jimnastiğe babam götürdü, ta yazlıktan geliyor onu getirebilmek için. Ben almaya gidince de bize uğramadan geri döndü kaçar gibi. Gel dedim, gelmedi. Ona bir canım sıkıldı zaten. Bir de eve gidip annemle bunları  yaşayınca belki de bir hayır vardır Ankara işinde dedim kendi kendime. Annemle babamın hakkını yiyemem; fedakarlıkları, sevgileri, yardımları sonsuz ve içten biliyorum ve şükran ve minnet doluyum bunun için. Ellerinden gelenden fazlasını yapıyorlar. Nankörlük değil niyetim; sadece her iki tara da ne kadar iyi niyetli olursa olsun bazen işler hayal edildiği gibi olmuyor. 37 yaşında çocuklu bir ailenin kendi düzeninin olması gerekiyor. Yardım, belli bir süre yapıldığında yardım oluyor; sonrası yardım eden de yardım edilen de, her iki taraf için boyut değiştiriyor. Kim bilir ben ne kadar kırıp üzüyorum onları. Kim bilir onların benden beklentileri neler? O yüzden, diyorum ki Allah hepimize sağlıklı sıhhatli mutlu huzurlu çok uzun ömürler versin; arada mesafeler olsun ya da olmasın; önemli olan gönüllerimiz bir olsun...Ha, yine de diyor muyum iyi ki gidiyoruz? Hayır. Hayırlısı diyorum en içimden. Ve dilemeye devam ediyorum bir gün eşimle, kızımla ve ailemin geri kalanıyla İzmir'de huzurla, sağlıkla, mutlulukla hep birlikte yaşamayı...

14 Temmuz 2016 Perşembe

Ruh halim

Müzik benim katalizörüm olmuş resmen. Özellikle çalışırken müziğin kesildiği anlarda performansım düşüyor, hatta durma noktasına geliyor. Canım hiç bir şey yapmak istemediği gibi yapmak için kendimi zorladığımda dahi aklımı toparlayamıyorum. Ofiste bir kaç kişi birlikte olduğumuz için çekiniyorum da sürekli müzik açmaya; her ne kadar rahatsız olmadıklarını söyleseler de benim piyanodan metale, son derece geniş bir yelpazade yer alan müzik zevkimi paylaşmak zorunda değiller sonuçta. Ben de çareyi kızımın kulaklığını işe getirmekte buldum ama o da bir garip oluyor (evde hiç kullanılmamış apple kulaklık varken kutusunu açmaya kıyamayıp kızımın 5 TL'lik kulaklığına el koymam da ayrı bir psikolojik vaka ya, neyse, konumuz o değil. Sahi, konumuz ne ki?) Sanırım bir bluetooth kulaklık edineceğim bu vesile ile. Hoş, işten ayrılmama sayılı günler varken ne kadar gerekli olur bilmiyorum ama, sürekli kullanılabilecek bir şey diye düşünüyorum. Bir de su geçirmez olanını bulursam değmeyin keyfime.
İş yerinde terhisine sayılı gün kalmış asker modundayım. Bir taraftan ne olursa olsun elimden gelenin en iyisini yapmalıyım diyorum, diğer taraftan nasıl olsa benden sonra herkes bildiğini okuyacak diyorum. Kendi kendimi didiklemekten kafayı sıyırma noktasına gelince çıkıp fabrikayı bir dolaşıyorum. Avuç içi kadar yer, 15 dakika anca sürüyor. Çimento öyle miydi ya? Aylarca uğrayamadığımız üniteler olurdu. Neyse, geçmişe mazi derler ve ben oldukça iyi bir şekilde öğrendim ki geçmişi düşünüp durmanın kimseye faydası yok. İşte böyle anlarda müzik bir kurtarıcı oluyor benim için.
Bak aklıma ne geldi: Geçen gece Matmazel "anne yarın işe gitmesen olur mu?" dedi uyumdan önce. "Olmaz annecim, gitmem lazım. Vbelki başka bir gün. Ne yapacağız ben işe gitmeyince?" dedim acaba gitmek, görmek istediği bir yer mi var diye; "bilmem, evde takılırız birlikte olmaz mı?" dedi. Takılırız ne yaa :) Bir de yine geçen gün oynarken bir kaç kez "cicim" diye hitap edince o da bana "cicim" diye bir güzel hitap etti ki :) Bugünlede, hem ben hem de babası evde olmayınca azıcık geçmişe döndü kuzum; çişimi annem yaptırsınlar mı, denize annem girmezse girmemler mi, gece yanına çağırıp saçımı okşamalar mı? İçim eziliyor; bana, bize o kadar ihtayacı var ki. Bazen diyorum acaba benim davranışalrım yüzünden mi, yoksa biz ne yaparsak yapalım böyle olacaktı zaten mi? Psikoloğa falan mı gitsek? Sonra da diyorum ki, niyesi o kadar önemli mi? Neden olursa olsun, ihtiyacı olan şey daha fazla sevgi, daha fazla şevkat. Benim / bizim yapmamız gereken elimizden geldiğince sevgimizi / şevkatimizi ona göstermeye çalışmak. Ha, biz ne kadar versek de o istemeye devam edecek belki, belki... Aman, neyse ne işte. Çoğu akşam yatmadan önce güldürmek için özel çaba sarf ediyorum özen gösteriyorum. Neyse ki ıvır zıvır her şeye gülüyor, kahkahalar atması için bir tekerlemeyi yanlış söyleyip kendi kendinizle azıcık dalga geçmeniz yetiyor ya da bir kelimeyi bile bile yanlış söylemeniz. Şükür, çok şükür, bin şükür...
Bu arada bugün yine inanılmaz sıcak. Pişeceğiz bu gidişle. Neyse ki Ankara serindir di mi? Ha ha ha; bu espiri bile yetti ortamı soğutmaya ne dersiniz?
Ben döneyim müziğime. Bak bunu dinliyorum bugünlerde: I got a girl

Şimdi

Neler oldu neler be blogcum. Başa döndük yine. Ankara'ya gidiyoruz Eylülde. İzmir serüvenimiz 2 yıl sürdü sadece. Gideceğimiz %70 belli olmasına rağmen işe girdim bir ay önce. Orda da başa döndüm aslında; küçük bir fabrikada uzmanlık. Ama keyifli, heyecanlı. Eve uzak biraz ama İzmir'de kalacak olsam 15 dakikalık mesafeye taşınma şansım var(dı). Bu hafta başı söyledim şirkete ayrılacağımı. Ok yaydan çıktı yani artık. Bir de anneme söyleyebilseydim kararın kesinleştiğini. Gerçi hala içimde bir ses dur bakalım diyor. Akşam karar verip uyuyup sabah uyanınca değiştiriyoruz kararımızı. Ama anladık ki eşimin iş değiştirmeye gönlü yok; o Zaman haftada bir gün de olsa kızım babasını görsün diye bırakıp gideceğiz bu güzel memleketi ve Can'ım ailemi :( Bir kaç yıl içinde haftada bir kaç güne çıkmasını ümit ediyoruz eşimin eve geldiği gün sayısını. Hayırlısı olsun Hakkı'mızda... Sağlığımız yerinde olsun; gerisi laf-ı güzaf...
Dönmem artık diyordum ama döndüm bak gene. Belki gene giderim uzun süre, belki bir daha gelmem, belki bir kaç yazı yazarım aynı gün üst üste? Belki? Ama bak, buradayım şimdi. Önemli olan da bu değil mi???

12 Şubat 2016 Cuma

Bugünlerde Böyle

Evet (cümleye "evet" diye başlanmaz evladım!); günde 15 dakika yazma zincirimi kıralı epey oluyor; tüm diğer zincirlerimi kırdığım gibi. Peki pişman mıyım? İlk kez böyle bir durumda pişman değilim; çünkü son yazımda da belirttiğim gibi sürekli kendime saçma sapan kurallar koymaya başladığımı fark ettim. Oysa bu yapmak istediklerimin hiç biri zorunluluk değil benim için; tam tersine hayatıma renk katmak için yapmaya heveslendiğim şeyler. O yüzden bir süre boşvermeye karar verdim; her şey olduğu kadar. Ben de insanım, bütün gün kafamda "yapılacaklar" listesiyle gezmekten usandım.
Yine de niyetim bu kadar ara vermek değildi ama tam 9 gündür beni yatağa mahkum eden hayatımın en kötü tonsilit (bademcik iltihabı) hastalığı ile mücadele ediyorum ve bugün gerçekten gözümü açabildiğim ilk gün. Yutmaya çalıştığım ilaçların boğazıma takılıp 15 dakika orada kalması mı dersin, 6 çeşit ağrı kesiciyi (asprin dahil) yarım saat arayla içmeme rağmen tüm gün süren baş ağrısı mı dersin yoksa yattığım yataktan ve evdeki diğer tüm yatılabilir eşyalardan nefret edip kafamı duvarlara vurma isteğiyle dolduran eklem ağrıları mı dersin, ne varsa vardı. Neyse, çok şükür, dün akşamdan beri iyileşme yolunda belirtiler başladı da bugün -yine- hiç bir işim olmamasına rağmen ofise gelebildim (Allahtan geçen 2 gün ofisten izin alabildim de evde çektim ağrılarımı).
Beklediğim, umduğum, hayal ettiğim, iş görüşmesine gittiğim iş yerinden bir haber yok - henüz. Bugün haber vermelerini beklediğim son gün (en geç 2 hafta içinde döneriz olumlu sonuç olursa demişlerdi). Gün daha bitmedi tabi ki; gün doğmadan neler doğarmış değil mi? Hayırlısı hakkımızda. Ben inanıyorum ki her şey çok daha güzel olacak bizim için. bu hastalıktan sonra bir kez daha anladım ki en değerli hazine sağlık bu hayatta; gerisi boş. Bir de bugün Ceyda DÜVENCİ'nin bir röportajını okudum ve uzun süredir inandığım "olumlama"nın gücünü bir kez daha hatırladım. Şanslıyım, şanslıyız. Anın tadını çıkarmalıyız. Hayat biz güldükçe gülecek bize. Küçük şeylerden keyif almanın tadını çıkarmalıyız. Mesela ben şu anda gurur duyuyorum kendimle; ağrı kesicilerin etki ettiği günlerden birinde bir ara gidip kaşımı bıyığımı aldırıp bir de üstüne saçlarımın kırıklarını kestirdiğim için. Şimdi bunu duyan "demek ki o kadar da hasta değilmişsin" diyecek ama tam da "o kadar da hastaydım" ve beni görenler "gerçekten çok hasta görünüyorsun" dedikçe ben kendimi iyice kötü hissediyordum. Ağrı kesicinin işe yaradığını fark ettiğim an oturup TV izlemek yerine evin dibindeki kuaföre attım kendimi ve en azından kaşımın gözümün ortaya çıkmasını sağladım, daha önce hiç saçımı kestirmediğim bir kuaföre saçlarımı emanet ettim. İyi geldi mi? O an için ve bugün için "evet". O gün bunu yapmasaydım bugün kendimi biraz daha iyi hissetmeme rağmen hala perişan görünecektim iş yerimdekilere. Zira ne o gün ne de sonrasında tek bir dakika TV izleyemedim, tek satır kitap bile okuyamadım, o kadar diyeyim sana. Bir de evdeki minik kuzuya bulaştırmadan atlatabilirsem şu mikrobu, gerçekten alkışlayacağım kendimi. Yavrum, neden sarılamadığımızı hala tam olarak anlayabilmiş değil!
Bugün gözümü zar zor açabilmişken, sosyal medyaya göz gezdirirken uzun zamandır hissettiğim bir duygumun tam olarak farkına vardım: ben artık sosyal medya annelerini izlemekten nefret ediyorum çünkü sürekli bana yetersizlik hissettiriyorlar! Evet, evet, biliyorum, pek çoğu bunu kasıtlı olarak yapmıyor. Evet, biliyorum, bizim gördüklerimiz buzdağının görünen kısmı sadece, kimse hayatının tamamını paylaşmıyor -ki ne zorunlular paylaşmaya ne de mümkün böyle bir şey. Ama sonuçta ben kendimi sürekli sorgular ve sonuçta yetersizlikle mahkum ederken buluyorum. Kimi ben tek çocuğumla başa çıkamazken üç çocukla muhteşem düzen kuruyor, kimi ev yapımı organik yemek dışında yemek geçirmiyor çocuklarının boğazından, kiminin çocuğu kendiliğinden benden daha sağlıklı besleniyor, kimi 7/24 oyun oynuyor ve bundan büyük keyif alıyor, kimi aktiviteden aktiviteye koşuyor el kadar bebeleriyle ve gık bile demiyor. Ya ben? Ben, iki çatal makarna -dikkatini çekerim, brokoli değil, makarna- yesin diye kırk takla atıyorum, parka gitmek için kırk dakika yalvarıyor, üstünü giydirmek için 30 dakika uğraşıyor, kapıdan 10 kere geri dönüyor ve mutlaka bir şeyleri evde unutuyorum. Birlikte oyun oynamaya çalıştığımızda ya benim kurduğum oyunun 10. dakikasından sonra oyunu tek başıma tamamlıyorum ya da onun istediği oyuna geçip onun söylememi istediklerini tekrarlayıp içimden oflar puflar eşliğinde gözüm saatte, şanslıysak hır gür etmeden, şanssızsak birbirimize afra tafra yapıp küserek oyunu tamamlıyoruz. Uyku zamanına geçmede sorun olmasa da kitaptan sonra diş fırçalama faslı resmen bir sınav ikimiz için de. Onu da atlattıysak uyurken odasında bekleme faslımız başlıyor. Bir de ben anlamıyorum, bu değirmenin suyu nereden geliyor? Bu bahsettiğim annelerin hiç biri tam zamanlı çalışmıyor ama hemen hemen hepsinin yardımcısı var (ki kendileri sadece ev işlerini yardımcıya yaptırıp çocukların yemesinden banyosuna her bir şeyleri ile tamamen kendilerinin ilgilendiklerini iddia ediyorlar), haftada en az 2 gün İstanbul'un en lüks lokantalarında maaile boy gösteriyorlar, gündüzleri o AVM'den bu kafeye selfiler çarşaf çarşaf sergileniyor, yılda en az biri çocuklarla olmak üzere bir kaç kez yurt dışına, yazın mutlaka Bodrum, Antalya, Çeşme'ye gidiliyor. Şimdi tekrar soruyorum, kardeşim nerden geliyor bu değirmenin suyu? Hiç bana anlatmayın öyle yok her şey göründüğü gibi değil, yok bizim nelerden fedakarlık ettiğimizi siz nerden bileceksiniz, yok şu yok bu diye. Bi diyiverin hele, ne iş yapıyor sizin kocalarınız, vallahi çok merak ediyorum???
Neyse, işte böyle gıcık ediyor bu sosyal medya beni. Zaten son bir kaç aydır iyice sınırlamıştım takip ettiğim kişi sayısını; az kaldı toptan kapatıp gidicem o olucak (çok da fifi di mi? :))

Ohhh, döktüm içimi rahatladım. Şimdi, madem ki iş yerimde herhangi bir programım yok; o zaman şu cevap beklediğim iş görüşmesi için bir olumlama seansı düzenlemenin vaktidir; hadi bakalım, herkes odaklansın: Mmmhhhhhhh, D. beklediği olumlu cevabı bugün alsın, ohhhmmmmm!

28 Ocak 2016 Perşembe

Geldim Kaçtım

Manyak mıyım neyim bilmiyorum; sürekli kendi kendime kurallar koyup kendimi bu kurallara uymaya zorluyorum. Her gün 15 dk dans et, yok her gün kızına resim yap, yok her gün en az 1 saat erken kalk... Yok işte, yazamadım dün. Akşam eve girdiğimde saat yine 7yi geçmişti; E tüm gün yollarda olmanın yorgunluğu da eklenince kuzuyu uyuttuktan sonra benim de pilim bitti tabi. Bir de sabahın köründe sırf akşama hazır olsun diye çalıştırdığım bulaşık makinesinin boşaltılmadığını, kirli tabakların lavaboya bırakıldığını, evde bir sürü yemek varken hem pilav hem makarna pişirilip koca koca tencerelerin leş gibi ocak üzerinde bırakıldığını görünce "yat zıbar" dedim kendime.
Bugün de sabahtan beri yollardayım. Bari dedim arabada geçen zamanı değerlendireyim ama midem bulanıyor şu an. O yüzden hadi bayyy...

26 Ocak 2016 Salı

Yine Trafik

An itibariyle eve gireli sadece 20 dakika oldu. Ankara'yı bırakıp kaçmamın en büyük sebebi trafik işteki 2. günümde İzmir'de de beni buldu. Üstelik sabah evden çıkarken de büyük yaygara kopardı kuzulum. Muhtemelen dünkü erken çıkışı bir seferlik sanan kuzu, durumun ciddiyetinin farkına vardı ve tüm silahlarını kullandı. Evden çıktıktan 1 saat sonra aradığımda hala ağlıyordu. Servisi kaçırıp babam yarafından taksiyle bırakıldı okula. Öğretmenini arayıp destek rica ettim, elinden geleni yapacağını söyledi. Akşam servisle geldikten sonra telefonda konuşurken biraz mızmızdı; kapıyı çaldığımda "annem geldi" diye sevinçle bağırarak açtı; bozulan kapı koluna abartılı bir sevinçle güldü. Karşı komşunun misafir gelen torunuyla tanışmıştı dün ve bugün için bize çağırmaya karar vermiştik. Bugün geç olduğundan yarın için davet etmek amacıyla kapılarını çaldık ve daha biz bir şey demeden onlar "gel oynayın birlikte" diyince bizimki ardına bakmadan girdi resmen. Böylece ben de benim düşündüğüm kadar çok özlemediğini düşündüm beni. Bir tarafım buna sevinirken bir tarafım da "çocuk işte; şimdi unutmuş görünüyor ama o üzüntü kim bilir Nasıl yer etti içinde" diyor.
İşte de buzzzz gibi bir gündü. Soğukta iki büklüm oturmaktan omuzlarım tutuldu. O berbat trafikte isyan ettim kaderime ama bir taraftan da "senin sınavın da bu olsun; hepsi kızını iyi bir okula gönderebilmek için" diye telkin ettim kendimi.
Bugün de böyle bir gündü işte...

25 Ocak 2016 Pazartesi

Yollar Yollar

Yarın olmayan iş için 100 km yol tepip ofise gideceğim. Allah bu patronlara akıl fikir versin ne diyeyim. Neyse, şikayet yok; her şey yolunda.
Bugün bakıcı ile ilk günümüzdü. Çok şükür her şey yolundaydı. Kuzum sabah bakıcıyı yanımda görünce biraz mızıklayacak gibi oldu ama kahvaltısını benim hazırladığımı görünce bir de tablette ona bir mesaj bıraktığımı duyunca üzüntüsü geçti. Benden sonra da gayet güzel geçmiş, kahvaltısını yapmış, sütünü içmiş ve servise yetişmiş. Akşam ben aldım okuldan; saat 6'yı geçiyordu ama çok eğlenmişti neyse ki. Kendi sınıfından 3 kişi daha varmış, aralarında küçük yaşların da bulunduğu başka sınıflarla birlikte vakit geçirmişler. Gittiğimde çok keyifliydi. Evde de devam etti keyfi. Yemeğini de çabucak yedi; maşşallah maşşallah (burada tahtalara vurup bir elimizle kulak mememizi çekiştirirken aynı anda dilimizi hafifçe ısırıyoruz). Yemekten sonra sabahtan ip uçlarını tabletteki videoda anlattığım balonlara yüz yapmaca oynadık. Onu da keyifle tamamlayıp neşe ve huzurla uyudu kuzucum. Uyumadan önce "beni servise senin bırakmanı seviyorum" diye azıcık mızırdansa da işlerimin bu ara yoğun olması nedeniyle erken çıkmak zorunda olduğumu; işler azaldığında tabi ki benimle servise gideceğini ve benim de onu servise bırakmaktan çok hoşlandığımı söyledim. Bir de okuldan eve geldiğimizde "ay aman ne çok yoruldum, iştekiler de kaç gündür doğru dürüst iş yapmamışlar, bütün işler bana kalmış, ama ben hepsini başarıyla hallettim; kalanları da en kısa sürede halledicem, patron çok memnun oldu, diğerlerine kızdı, bana aferin dedi" gibi bir konuşmayı son derece eğlenceli bir dille, kıkırdamalar eşliğinde anlatmam da sanırım duruma adapte olmasını kolaylaştırdı.
Şimdi gidip ona yarının sürprizlerini hazıırlayıp duşa girip kitabıma gömülmek istiyorum. Ya bir de bugün kitabımı evde unutmuşum; metro ile yaptığım yaklaşık 1 saatlik yolculuk kitapsız geçti iyi mi? Neyse, en büyük derdimiz bu olsun; yarın da metro yolları beni bekliyor nasıl olsa...

24 Ocak 2016 Pazar

Pazar Keyfi Dediğin

Bugünün keşfi: rude - magic. Dinleyin pişman olmazsınız. Tabi bir de tubidy var; asıl keşif o.
Dün bugüne yazmak için bir şeyler planlamıştım ama hatırlamıyorum şimdi. Neyse, aklıma gelirse yazarım; biz günlük havadislerden bahsedenin şimdi.
Soğuk hava nedeniyle eve tıkılınca salonun ortasına sandalyelerden kamp kurduk; tabi ki kuzunun isteğiyle. Doya doya oynadık, güldük, kıkırdadık, senaryolar yazıp canlandırdık. Resim yaptı, kitap okudum, müzik dinledik, anneanne elinden nefis ev yemekleri, börekler yedik, çay içtik. Kuaföre gittim, hafta içi için kuzuya sürprizler hazırlamak için malzeme aldım. Şimdi aklıma geldi, bir kaç can sıkıcı konuşma / yazışma yapmak zorunda kaldım (kısaca bakıcı olayı ile ilgili diyeyim sırf kendime hatırlatma olsun diye). Her ne kadar o konuşmaları / yazışmaları yaparken çok gergin hissetsem de hem doğruları söyleme cesaretini gösterdiğim için kendinle gurur duyuyorum hem de şu an itibariyle o zor anları değil de diğer tüm keyifli anları hatırladığım için "ben bu bardağın dolu tarafını görme işini öğrenmişim" diyorum kendime. Ve Kocaman bir alkışı hak ediyorum bence.
Bakıcı olayına şimdilik bir çözüm bulduk gibi. Dilerim hayırlı ve kalıcı bir çözüm olur. Yarın işteki ilk faal günüm olacak. Bakalım, hayırlısı. Kuzuyu uyuttuktan sonra benim beyin "Nasıl yapsam da kuzuyu bu sürece kolayca alıştırsam, o sürprizi mi hazırlasam şu yöntemi mi denesem?" Diye devreleri yakmaya başlayınca akışına bırakmaya karar verdim. Eşim hep "su akar yolunu bulur" der. Bugüne kadar neyi en ince ayrıntısına kadar planlasam, hazırlasam hep şaştı o planlar. Bu kez de akışına bırakalım bakalım.
Hadi bol şans hepimize; mutlu, keyifli, hayırlı bir hafta olsun; gönlümüz neşe ile dolsun...

23 Ocak 2016 Cumartesi

Donuyoruz

Öncelikle belirteyim; bu yazı aslında 23.01.16 tarihi için yazılıyor. İlle ilgili bir konuya takılıp kalınca bu saate dolayısıyla 24.01.16ya kaldı.
Brrrr, ne soğuk bir gün ve devamında da ne soğuk bir gece. Rabbim dışarda olanların yar ve yardımcısı olsun.
Biz bugün bu soğukta iki küçük çocukla dışardaydık. Neyse ki ilk Şok'u atlattıktan sonra çocukları arabadan çıkarmadan yaklaşık üç saatte işlerimizi halledip eve döndük. Evdeki anneanne dede sayesinde kuzucuk eğlenirken ben de üç beş satır okudum. O uyduktan sonra da, hafta içi ben işttyken giysi sorunu yaşamasın diye onun yıkanmış çamaşırlarını ütüledim. Afferim bana :) Kuzunun ev içinde giyip çıkardığı bir sepet dolusu çamaşırla birlikte yerleşmeyi bekleyen çamaşır sepeti sayısı 3 oldu böylece. Neyse, yarın bir ara yerleştiririm inşallah. Ütü yaparken buharın eskisi kadar güçlü çıkmadığını fark etmem de temizlenecek bir kireç rezidansı olarak döndü bana. Dünkü temizlik sonrası içini boşaltmak için balkona koyduğum elektrikli süpürge haznesi de kendi kendini temizlemeyi öğrenememiş henüz; mecbur o da yarının "yapılacaklar" listesine eklendi. Kuzucuğuma bugün de banyo yaptıramadım çünkü hala kulak tıkacı almadım, o da kaldı yarına. Eh, haftanın son gününde de yan gelip yatacak değildik herhalde! Şaka canım, bunlar da iş değil tabi de, benim kafamı da meşgul ediyor işte. Böyle en küçük şeyleri bile yazıp planlamak ve sonra da o plana ne kadar uyduğumu sorgulamak gibi öanyak huylarım var ne yazık ki. Bu arada, ütüden sonra oturup bir de haftalık yemek ve oyun listesi yaptım. Unutmazsam onları da yarın (aslında bugün) yazarım artık. Haydi donsuz geceler diye iğrenç bir espriyle kapatıp geceyi yatağa yollanmalı artık :)

22 Ocak 2016 Cuma

Koş koş koş...

Son iki gündür yazamadım çünkü ilk gün çok hasta ikinci günse çoook yorgun ve çok hastaydım; erken yatıp dinlenmesem bugüne toparlanamazdım.
İşteki ilk günüm biraz hayal kırıklığı, biraz eğlence ve bol boş oturmayla geçti. İşe gitmediğim günler için "gelmenize gerek yok, siz işinize bakın" diyen patronum imzalamam için ücretli izin formlarını önüme koyunca, çalışanların sözde üstü kapalı konuşmaları işlerin çok da öyle patronun anlattığı kadar ideal şekilde yürümediğini sezdirince hayal kırıklığı kaçınılmaz oldu. Henüz ikinci gün izlenimlerini edinemedim çünkü işe gitmedim. Yok yok, işten ayrılmadım, en azından henüz ayrılmadım. İşteki ilk gün öğleden sonra çok istediğim bir şirketten arayarak ertesi gün için iş görüşmesine davet edildim. Ve ben buna rağmen işimden ayrılmadım; evet :) Ama görüşme talebini de kabul ettim. Bu aramanın üzerinden bir kaç saat ya geçti ya geçmedi, kuzumun kulak doktoru ameliyatı ertesi gün sabah yapabileceğimizi söyledi. İl görüşmesini düşünerek randevu verilen saate kadar işimizin bitip bitmeyeceğini sorduğumda rahat rahat yetişeceğimizi söyledi. Bunun üzerine ertesi gün için yine izin aldım patrondan. Neyse ki çok anlayışlı kendisi; pazartesi önüme koyar yine izin kağıtlarını. Neyse önemli olan izin alabilmiş olmam. O gün kar bastırınca ofisten erken çıktık ama eve geldiğinde saat yediye gelmek üzereydi. Zaten gün boyu gözlerim hayatımda hiç ağrımadığı kadar ağrımıştı (sanırım bir kaç gecelik uykusuzluğun da katkısı vardı vücudumdaki sinsi mikropların yanı sıra), ayrıca ofisin de pek sıcak olduğu söylenemezdi doğrusu. Eve geldiğimde her yerim ağrıyordu. Zar zor yemek yiyip duşa girdikten sonra kuzumu uyutup ben de yatağa yollandım. Bu arada da aklımdan sürekli kötü düşünceleri kovmaya çalışıyordum. Ağrılar nedeniyle yarım yamalak bir uyku sonrası sabah erkenden hastaneye gittik. Rabbim herkesin evladına sağlık sıhhat versin. Ne kadar basit bir operasyon olursa olsun insanın içi gidiyor, güzel şeyler düşünmek için kendimi paraladığım ve sürekli dua ettiğim kırk dakikanın sonunda yavrumu hasta bakıcının kucağımda yarı baygın gördüğümüzde dünyalar bizim oldu. Sağlık gerçekten en büyük hazine bu dünyada. Tüm bebeklere, çocuklara sağlıklı, sıhhatli upuzun ömürler nasip etsin Rabbim. Çok şükür sonrasında da her şey yolunda gitti ve öğleden sonra hastaneden çıktık. Bu arada ben kızımı babasına emanet edip (neyse ki tamamen ayılmıştı o sırada; narkozdan ayılırken biraz mızıkladı ama olacak tabi o kadar. Ama bir kere daha fark ettim ki 6 yaşına yaklaşmakta olan bir çocuk için bile şu dünyadaki en sakinleştirici şey anne kucağında duyduğu "şşşşşş" sesi) iş görüşmesine gittim. Görüşme iyi geçti (bence tabi); onlar açısından da olumlu olursa 3 hafta içinde döneceklermiş bana. Sonrasında 2 görüşme daha olacakmış bu durumda. Hayırlısı bakalım. Ben görüşmeden çıktığımda kızım da hastaneden taburcu edilmiş. Evde kavuştuk birbirinize. O ana kadar gayet iyi olan kuzucuk beni görünce biraz mızıklamaya başlamış babasının dediğine göre. E o kadarcık da nazı olsun artık kuzucuğumun annesine. Kardeşimle eşi de gelmişler hastaneye. Onlar da geldiler eve. Ailecek çok güzel bir akşam yemeği yiyip kuzuyla oyun oynadıktan sonra kuzuyu yatırdım. Yalnız bu arada acayip bir karın ağrısı başladı bende. Tuvaletle salon arasında mekik dokudum kuzu uyuduktan sonra. Kardeşimle eşi gittikten sonra da sıcak su torbasını doldurup yatağa girdim. Bir de kuru kahve içirdi annem. Bir kaç kez daha tuvaleti ziyaret ettikten sonra uyumuşum. Sabah saat yedide kuzunun "saat yediii" sesiyle uyandık. Bugün evde dinlenir diye planlıyorduk ama okula gidip kendi yazdığı (aslında çizip boyadığı) öyküyü anlatmak istedi arkadaşlarına. Baktım keyfi yerinde, "hadi git o zaman" dedim ben de. O okuldayken ben de evi derledim, topladım, sildim, süpürdüm. Yalnız çamaşırlar kaldı; kimi askıda, kimi ütü sepetinde kimi de katlanmış, yerleştirilmeyi bekliyor bir başka sepette. Onlar da yarına artık. Bugünlük iyi iş çıkardım / çıkardık bence. Aferin bize :)
Bu arada, buraya kadar okuduysanız zahmet edip; şu görüşmesine gittiğim iş için hayırlısını diler misiniz  hakkımda? Çoook teşekkürler :)

19 Ocak 2016 Salı

Gel - Git'li Haller

Yarın işteki ilk günüm. Kuzum sabah erken çıkacağımı duyunca çok üzüldü. Nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Kendimi hazırlayamıyorum ki onu hazırlayabileyim :( Umarım akşama almak için yetişebilirim. Ne yarının akşam yemeği hazır ne sabaha giyeceklerim! Yarın sabah annem bindirecek servise, sonraki günler ne yapacağız o bile belli değil. Neyse, hayırlısı bakalım. Bugüne kadar plan yaparak ayarlamışım pek çok durumda planlar ters tepti, belki bu kez kervan yolda düzülür.
Bugün kuzucuk da üzüldü benim yüzümden. Aslında olayı başlatan ve sürdüren ben değildim, oldukça sabırlı ve sakin davrandım hatta eskiye göre ama keşke o kadar ağlamasına izin vermeyip erkenden sarılıp sakinleştirseydim ve biraz daha kibar ve yumuşak konuşabilseydim. Evet o anlarda benim de sakinleşmeye ihtiyacım vardı ama bir dahaki sefere kızıp mutfağı terk etmek yerine o talep etmeden ben ona sarılmalıyım. Ayrıca "sakinleşmeye ihtiyacım var" diyerek bana sarılmak istemesi de neye ihtiyacı olduğunu ifade edebildiğini gösteriyor. Ya da bunlar benim avuntularım, neyse artık. Sonrasında epey güldük eğlendik, birlikte hamur ve hafıza oynadık, biraz şaklabanlık yaparak güldürdüm onu, böylece biraz önceki gerginliği bir nebze olsun telafi etmeye çalıştım. Sonra da süt-kitap rutini ile yatağa yollandık. Sabah erken kalkmanın ve yatma saatinin yarım saat kadar sarkmasının neticesinde 5 dakika içinde dalıverdi kuzucuğum. Şimdi yarın gittiğimde ve o eve benden önce gelecek olursa diye dönüşünde onu teselli edecek yöntemler bulmam lazım. Hayatımızın değişen yönlerine uyum sağlamamızı kolaylaştıracak bir şeyler??? Var mı fikri olan?
Yarın farklı doğacak güneş. Daha verimli, daha keyifli, daha rahat bir hayat! Hayırlısı hakkımızda!!!

18 Ocak 2016 Pazartesi

Sen Planlar Yaparken

Hayat sen planlar yaparken başına gelenlerdir diye boşuna dememişler. Sabahın köründe gittiğimiz hastaneden yatış yaparken gelen "doktorunuz rahatsızlanmış, ameliyatınız yarına kaldı" haberiyle tırıs tırıs geri döndük. Dönerken de "sözde tanıdık doktor, insan bir mesaj atar, bu kadar yolu bu yağmurda boşuna geldik" diye epey söylenerek kadının günahını da aldık zira kadıncağız gecenin 3ünde mesaj atmış ama bizdeki kısmetsizliğe bak ki biz hastaneden çıktıktan sonra ulaştı mesajlar bana. Rabbim affetsin bizi. Bu akşamki görüşme sonucuna göre de bir kaç gün daha ertelenecek gibi, kadıncağızın gıda zehirlenmesi mi domuz gribi mi olduğu belli değil daha. İşin aksi yönü şu ki iki gün sonra eşim bir haftalığına işyerinde yalnız; zaten şehir dışında çalışıyor yani yarın veya öbür gün olmazsa operasyon sırasında burada olamaz! Ya da en az iki hafta daha ertelememiz gerek, ki o zaman da geçtiğimiz cuma yaptırdığımız tahliller geçerli olacak mı? Zaten şu anda başka bir hastane/doktora yönelmekten bizi alıkoyan en önemli sebep kuzumun o beş tüp kanı verirken yaşadıklarının tekrarlanmasını önlemek. Bir diğer aksilik de benim işimle ilgili. Halihazırda son derece anlayışlı olan müstakbel patronumu arayıp operasyonun ertelendiğini, gerekiyorsa bugün işe gidebileceğimi söylediğimde "yok yok hiç yola çıkmayın, buralar kar altında zaten" cevabını aldım. Eve yakın bölgede veya evde yapabileceğim bir şey olup olmadığını sorduğumda ise "hiç gerek yok, ben sizin programınızı ay sonuna ayarladım; siz lütfen ili dert etmeyin, rahat rahat kızınızla ilgilenin" sözleriyle ağzım açık kaldı! Akşam saatlerinde operasyonun bir kaç günden fazla erteleneceği ortaya çıkınca aldı beni bir düşünce: şimdi ben bu haftayı boş geçip tam bana iş düşen günlerde operasyon olacak olursa tekrar Nasıl izin isterim? Bu haftadan gideyim işe desem daha kızı okula gönderip okuldan alacak birini ayarlayamadım (bugün gitseydim annem ve eşim evdeydi en azından, yarın itibariyle ikisi de yok)!
Neyse, vardır bunda da bir hayır. Benim acilen bir bakıcı bulmam gerekiyor galiba(!)!!!

17 Ocak 2016 Pazar

Bir Kış Gününden

Yarın bizim için büyük gün. Kızım geniz eti ameliyatı olacak. Rabbim sağ salim eve dönmemizi ve hayatımıza devam etmemizi nasip et ya rabbim 🙏🏼🙏🏼🙏🏼
Bugün bayağı kırık uyandım ve gün boyu da halsiz ve yorgundum. Etlerim dökülüyor sanki. Tüm gün şakır şakır yağmur yağınca eve tıkıldık kaldık. Hoş dışarı çıkacak halim de yoktu ya! Evde yattıkça kendimi daha hasta hissettim. Gittiğimiz yatılı misafirlikten döndüğümüzde saat 6yı geçiyordu. Patates kızartması ve köfte isteyen minik kuzu için üstümü değişmeden mutfağa girdim. Tam ocağın altını kapatmıştım ki babam geldi, yarın yanımızda olmak istediği için. Yemeğe takviye yapmak için yeniden ocağı yaktım (misafirlikte geç vakit kektir sarmadır götürdüğümüzden bizim pek yiyesimiz yoktu, minik kuş bizimle pek yemediği için sadece ona akşam yemeği hazırlamıştım). Yemekten sonra üç tur zingo oynadık, süttü, kitaptı derken yatmamız 9'u, minik kuzunun uyuması 10'u buldu. O saatten sonra duşa girdim, yarın hastanede kuzuyu oyalayacak ıvır zıvırı hazırladım, mutfak masasını toplayıp elektrikli süpürgeyi çalıştırdım, eşimin makineye atıp yıkadığı çamaşırı boşaltıp kalorifer peteklerine serdim, kuzu üstünü örtmediğinden bir kat yelek ve çorap giydirip saçımı tarayıp papatya çayım ve kruvasanımla yatağa devrildiğimde (yatakta yedim, evet) saat 11'i geçmişti. Az sonra kuzuyu su içmesi için uyandıracağım zira yarın operasyon sonrasına kadar su içmemesi gerek :( Rabbim tüm anne kuzularına sağlıklı, huzurlu, çoooook uzun ömürler nasip et yarabbim.Amin 🙏🏼🙏🏼🙏🏼

16 Ocak 2016 Cumartesi

Ortaya Karışık

An itibariyle yine misafirlikten ama bu kez tv karşısından bildiriyorum. Bira, fıstık, cips üzerine browni intense'i mideye indirmiş bulunuyorum. Yeni yılın sağlıklı beslenme hedefini yerle bir etsem de günde 15 dakika yazma hedefini sürdürüyorum en azından. Bugün de yavru kuşa bağırmadan günü tamamlamanın huzurunu taaa içimde hissediyorum. Üstelik bir kaç kez kriz çıkabilecek duruma düşmemize rağmen sakin kalmayı, kibar davranmayı başardım. Yemeklerde çok iştahsız olsa da tehdit etmeden öğünleri atlattık. Bir de üstüne yatmadan önce tüm ışıkları kapatıp pembe panter müziği eşliğinde hırsız polis oynadık, oyuna katılan erkek tayfa maça kaçınca oyuncak köpekleri saklayıp el feneriyle arayıp bulduk, müzik açıp çılgınca dans ettik (böylece günde 15 dakika dans hedefini de gerçekleştirmiş oldum!), üstüne yastık savaşı yaptık, üstüne yastık üstünden zıplamasa oynadık. Veee tüm bunların üstüne olaysız bir şekilde süt içip kitap okuma rutinini gerçekleştirip dişlerini fırçalayıp yatağa yattı ya minik kuzu; içimdeki huzuru tarif etmem imkansız! 2016'da sakin ve kibar bir anne olma yolunda bir günü daha geride bırakırken kendimle gurur duyduğumu inkar edecek değilim. Seviyorum kendimi ve sahip olduğum hayatı. Çok şükür, bin şükür 🙏🏼🙏🏼🙏🏼

15 Ocak 2016 Cuma

Tuvaletten Bildiriyorum

En fazla 1 saat sürer dediğimiz hastaneden 3 saatte çıktık bugün. Sonuçta çıktık, bin şükür. Darısı Pazartesi günlü operasyon sonrasına inşallah 🙏🏼🙏🏼🙏🏼. Kuzulum arabaya binip oto koltuğuna oturduğunda "yorulmuşum yaaa, oturunca anladım!" dedi. 5,5 yaş bebesinden beklediğim bir söz değildi pek, o yorgunluğun üstüne iyi güldürdü beni!
An itibariyle misafirlikteyim ve bu satırları tuvalette telefondan yazıyorum; bugün başka yazma şansım olmayacak çünkü. Ayrıca da denemek istedim bakalım telefondan yazıp yayınlamayı başarabilecek miyim diye.
Ha bir de bugün evden çıkarken buraya yatılı misafirliğe geleceğimiz için çantaları hazırlayıp yanımıza alıp çıktım, hastane sonrası doğrudan buraya geçeriz diye. Ama hastanedeyken gerçekleşen bir takım olaylar neticesinde, işle ilgili bir durum için onca yolu geri dönüp evden bazı evrakları alıp tekrar yola çıkmak ile söz konusu işleri pazartesiye, pazartesi de operasyon nedeniyle pek fırsat bulamayacağım düşünülürse salıya hatta Çarşamba'ya ertelemek seçenekleri arasında kaldım. Bilin bakalım ben ne yaptım? Hayır ertelemedim! Sevgili eşimin de "bence eve gidip işlerini hallet" şeklinde destek olan cümlesiyle, o hastane yorgunluğunun üzerine fazladan bir saat yol tepip üstüne minik cadıyla eve çıkıp bir dolu evrağı bazanın içinden, çekmecelerden, ordan burdan çıkarıp bir araya getirip geri arabaya binmekle kalmadım; bir de tüm o evrakları bir kırtasiyede taratıp kendime e-posta olarak gönderdim! Evet, bazılarına göre "aman bu kadar saat anlatılacak şey mi bunlar" kategorisine girse de benim gibi "ultra üşengeç ötesi" bir insan için son derece taktire şayan işler hallettiğim için kendimle gurur duyduğumu belirtmekten hiç gocunmuyorum.
Bir de bugün bunca hengameye rağmen minik kuşa hiç bağırmayıp bir de üstüne tüm süreci güle oynaya yaşanan bir güne çevirdim ya (tabi minik kuşun muhteşem ötesi katkısı sayesinde); az sonra kabarmaktan şişip patlayabilirim.
Ev sahipleri hakkımda yanlış bir izlenime kapılmadan çıksam iyi olacak. Zaten popom da donmak üzere. Bugünlük 15 değil de 12 dakikalık oluversin yazma süremiz, ilk fırsatta telafi ederiz 😉

14 Ocak 2016 Perşembe

Bugün de Böyleydi

Kabus gibi başlayan bir gündü. Devlet hastanesi ile özel hastaneleri kıyaslayarak başladığımız maceramız, 5 yaşındaki bir çocuktan 5 tüp kan alınmaya çalışılmasıyla zirveye ulaştı. 2si erkek 3 kişinin zor zapt ettiği yavru, "yalvarırım yeter artık, bırakın artık" diye höykürerek ağladı en az 3 dakika boyunca! En büyük acısı bu olsun dilerim yavrumun, Rabbim tüm yavrulara sağlıklı, sıhhatli, mutlu, huzurlu upuzun ömürler nasip etsin inşallah.
Hastaneden çıktıktan sonra ise güneş doğdu resmen hepimiz için! Üstüne de dün görüştüğüm iş yerinden arayıp sözleşme yapmak istediklerini söyleyince yavruyu okuldaki pijama partisine bırakıp yollara düştüm. Beklenen en düşük maaş karşılığında imzaladım sözleşmeyi, hakkımızda hayırlısı artık. Umduğum gibi bir kaç tık daha yüksek olmayınca moralim bozuldu ama zaten geçen hafta sonunda görüştüğüm diğer şirkette de şimdi imza attığım rakama tamam demiştim. Yani boş yere beklentiye girmek bozdu aslında moralimi. Geçen hafta sonu görüştüğüm şirketle maşşata anlaşmıştık ancak sigortamın daha düşük bir maaştan yatırılması sözkonusu olunca, ben tamamen daha önce hiç böyle bir şey düşünmediğim ve yaşamadığım için düşünüp kendilerine dönmek istediğimi söylemiştim. "Düşünün tabi, bu arada bize de düşünme hakkı doğuyor tabi" diye kinayeli ve tehditvari bir cevap alsam da gerçekten durumu değerlendirmek amacıyla "Ben ilk fırsatta dönerim size" diyerek ayrıldım oradan. Eşimle konuştuktan sonra, hemen ertesi gün, Pazar olmasına rağmen, "işi kabul ediyorum" demek için aradım ve yüz yüze görüşmede konuşma fırsatı bulamadığımız işe başlama tarihi olarak da kızımın operasyonu sonrası uygun mu (15 gün sonrası yaklaşık) diye sordum. Aslında hemen ertesi gün işe başlamamı arzu ettiklerini, operasyon sonrasına kadar ara sırada olsa gelip gelemeyeceğimi sordular, ben de elimden geleni yapacağımı ancak bu hafta doktor kontrolleri olduğundan kesin bir söz veremeyeceğimi belirttim. "Biz patronla görüşelim yarın, sorun olacağını sanmıyorum" yanıtını alınca "O zaman yarın sizden olumlu / olumsuz bir yanıt bekliyorum" diyerek konuyu kapattım. Ve tabi ki ertesi gün arama lütfunda bulunmadılar. Ve ertesi gün de. Taa ki bugüne kadar. Akşam yemeği saatinde bilmediğim bir numaradan arayıp "Yarın sabah ofise gelebilir misiniz?" diye sorduklarında "Maalesef gelemem" diye yanıt verebilmek beni inanılmaz mutlu etti. Hoş, hazırlanmış / kurgulanmış bir cevap değildi; tamamen gerçeği yansıtıyordu zira bir kaç saat önce diğer firma ile sözleşme imzalamıştım! "Başka bir yerle mi anlaştınız?" dediklerinde de çekinmeden "Evet" dedim. Karşılıklı "hayırlı olsun" dileklerinden sonra kapattık. İşte böyle küçük beyler; sıfır kültür ve bilgiye rağmen bir miktar parayı bir araya getirip patronluk taslamak kolay; önemli olan insan olup olumlu/olumsuz yanıt bekleyen kişiye "Biz biraz daha düşünmek istiyoruz" deme cesaretini gösterebilmek. Ne siz bulunmaz hint kumaşısınız ne de ben. Önce insan olun, gerisi gelir zaten...

13 Ocak 2016 Çarşamba

İkinci Halka

Eveeet (böyle başlayınca Güldür Güldür'de Doğa RUTKAY'ın canlandırdığı bir karakter geldi aklıma :); ballı ıhlamurum, müziğim ve emektar bilgisayarımla zincirin ikinci halkasını tamamlamak üzere hazırız. Henüz kaldırmadığımız yılbaşı ağacımızın ışıkları da ayrı bir keyif katıyor şu ana. Acayip boğazım ağrıyor, yutkunamıyorum ve ince bir baş ağrısı da hafiften bademcik iltihaplanmasının sinyallerini veriyor. Oysa dışarıda resmen bahar havası vardı bugün. Zaten bu şehre taşındığımdan beri bu kaçıncı hastalık bilmiyorum. Bir türlü adapte olamadı bünyem memleketimin miss gibi havasına.
 Bugün olumlu sonuçlanmasını umduğum bir iş görüşmesine gittim. Tahminimin aksine tüm egolarından arınmış görünen bir işverenle görüştüm. Öyle ki "Mesai saatlerimiz böyle ama siz uzaktan geleceğiniz için biraz esnetebiliriz. Acil bir durumunuz çıktığında haber verirsiniz, sizin programınızı başka bir arkadaş üstlenir, izin ihtiyacınız olduğunda rahat olun" , vb. dedi ve benim ağzım açık kaldı! Ücret konusunda da hiç "ne kadar ücret beklentiniz var?" vb. kasmadan "biz şu fakülte mezunlarına bu kadar, şu kadar yıllık tecrübelilere bu kadar, yeni mezunlara şu kadar ücret veriyoruz, sizin için uygun mu?" dedi! Kulaklarıma inanamadım resmen. Bir de verdikleri ücret biraz daha yüksek olsaydı "kesin rüya görüyorum" diyecektim ama ne yazık ki öyle "çok iyi" sınıfında değil ücretleri. Yine de piyasa ortalamasında. Zaten bu kadar anlayışlı bir patronla verdiklerinin yarısına bile razıyım ben. Umarın gerçekler de söylenenler gibi olur ve onlar da beni işe kabul eder de bir buçuk yıllık ev hanımlığı sonrası kariyerime yeniden başlarım. Her ne kadar teklif edilen pozisyon hayellerimin pozisyonu olmasa da ve nereden baksan beni en az 5 yıl geriye götürse de kızımın bir kaç ay sonra başlayacak ve en az 4 yıl sürecek özel okul giderlerini karşılayabilmek için ve çalışma hayatına bir şekilde bir yerden başlayabilmek adına bu işi gerçekten çok istiyorum. Hayırlısı...

12 Ocak 2016 Salı

Zincirin İlk Halkası

Yıllardır pek çok yazma girişimim oldu, gerek elektronik gerek kağıt ortamında. Hiç biri hedeflediğim gibi gitmedi. Defalarca başladım ve vazgeçtim. Pek hoşlanmam aslında işleri yarım bırakmaktan. Kendimce sebeplerim vardı tabi her zaman, kah yeterli zamanım olmadığını düşündüm, kah benim o anda anlatmak istediklerimin ülkemizin / dünyanın gayet ciddi dertleri sırasında anlatılmaya değer olmadığını, kah kendimi yeterince doğru ifade edemeyeceğimi. Bir de tabi yazan kimliğimi, yazdıklarımı tanıdıklarımın okumasından çekindiğim için hep gizli saklı yazmaya çalıştım. Hayır, yazdıklarım onlar hakkında olumsuz düşüncelerimi içereceğinden değil -en azından her zaman-; cesaret edemedim, beğenilmeme korkuma yenik düştüm hep.  Bu korkunun köklerine inip psikolojik analizlere girmeyi çok isterdim ama  şimdi bunun ne yeri ne zamanı; belki daha sonra :) . Şimdi de gizli yazıyorum gerçi. Böyle daha rahat hissediyorum kendimi. 2015'te olduğu gibi 2016 hedeflerimden biri yine yazmaktı ama bugüne kadar erteleyip duruyordum. Peki bu sefer ne farklı olacak da yazacaksın sürekli yazacaksın diye sorarsanız bu yıl kendime "her gün 15 dakika yazma" hedefi koydum. İki gün önce sosyal medyada Barış ÖZCAN'ın bir videosunu gördüm; (link eklemeyi başarabilir miyim bilmiyorum ama youtube'da  "Barış ÖZCAN" olarak aratırsanız mutlaka bulursunuz; zaman yönetimi ile ilgili pratik önerileri var kendisinin ) ve bir de böyle deneyelim bakalım dedim.
"Sen kimsin peki?" diye soracak olursanız "barışı destekleyen, özgürlüklere inanan, ön yargılarından kurtulmaya çalışan (ve aslında yaşadığı toplumla kıyasladığında pek çoğuna göre son derece ön yargısız olduğunu kabul eden) biriyim" diyerek 15 dakikamı tüketmiş olduğumdan şimdilik sizi blogdaki tanıtıcı bölüme yönlendirebilirim ancak. Ama ilerleyen günlerde kendimle ilgili daha ayrıntılı bilgi verebileceğimi umuyorum.
Görüşmek üzere...