29 Temmuz 2016 Cuma
Aferin Bana
Bugün bir kez daha anladım ki gerçekten başarılıyım işimde. İşten ayrılacağımı duyan işçilerin yüzündeki hayal kırıklıklarına açık söylemler de eklendi bugün: İlk kez şansımız döndü demiştik, ilk kez sizin kadar güler yüzlü biri gelmişti, ilk kez gerçekten bizimle ilgilenen biri geldi diye sevinmiştik. Ne mutluluk, ne gurur verici bir durum! Koltuklarım kabardı resmen. Ne diyeyim ki; bir aferin de benden kendime gelsin o zaman: Aferin bana. Ve biliyorum ki hangi işi yaparsam yapayım, elinden gelenin en iyisini yapmakta sır. Boş vermemek, inandıklarından vazgeçmemek. Olmayacağını bile bile doğruyu savunmaya devam etmek. BU yüzden artık biliyorum ki kendi işimi de yapsam, özel sektörde alt seviye bir görevde de çalışsam keyifle ve azimle çalıştığım sürece zafer benim!
26 Temmuz 2016 Salı
İlginç
Karşımda kolsuz diz boyu elbise ile oturan stajer 24 derecelik klimadan üşüdüğü için üzerine bir hırka alıp işe gelmek yerine yaklaşık 15 gündür günde 3-4 kez klimanın derecesini yükseltmek için bizden izin istiyor. İlginç geliyor bana böyle insanlar. Satın alma şefi, benim bölümüm için yapılacak bir işe istinaden kendi teklif aldığı 3000 TL'lik hizmetin faturasındaki 40 TL'lik farkın sebebini bana soruyor. Hizmet kapsamında bir değişiklik olmadığını söylememe rağmen bu 40 TL'lik farkın sebebini hizmet veren firmadan benim öğrenmem gerekiyor! Diyorum ya, ilginç geliyor bana böylesi insanlar. Sabah işe gelirken tek şeritli ve virajlı yolda gayet nizami olarak solladığım kaplumbağa hızındaki antika araç, ben kırmızı ışıkta beklerken ışığa aldırmadan beni geçip önümde kaplumbağa hızıyla ilerlemeye devam ediyor. İlginç! Zaten zorla yemek yiyen bücürüğe akşam yemeğinden 15 dakika önce muz yediren annem; ilginç! İş çıkışı bir saat bir yerlerde bir şeyler içip çene çalalım dediğim aylardır görüşemediğimiz arkadaşım, evde çocuğunun yolunu gözlediğini söyleyerek teklifimi reddediyor. Çok normal. Ama eve gidip 3 yaşındaki çocukla ilgilenmek yerine ev işi yapıyor, tablette çocuğuyla oyun oynuyor, çocuğu gece yarısına yakın uyuyor. İlginç! Yıllarca yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen sıkı fıkı dostlar, bana her türlü eziyeti, baskıyı yaptıktan sonra bir gün birbirlerine düşman olunca taraflardan biri kendisini diğerine karşı savunmak için benden destek istiyor; hayır önce özür dilemiyor, hayır yıllarca bana verdiği zararı tazmin etmiyor, hayır rica etmiyor; onu savunmamın, onun benimle paylaşmadığı haklarını (çıkarlarını) korumamın benim boynumun borcu olduğunu söylüyor, görevimi (!) yerine getirmemi istiyor. İLGİNÇ!!!
25 Temmuz 2016 Pazartesi
İyi ki
Öyle güzel, öyle yakın, öyle "beni bilen" dostlarım var ki benim. Bir kez daha şükür ettim bugün hem de en derinden. Verdiğim kararın arkasında durmamı sağlayan, beni benden iyi tanıyan, zor günümde destek olanlar. Bir de hiç tanımadığım, beni hiç tanımayan, internet denen uçsuz bucaksız denize bir deniz yıldızı fırlatıp benim de buna şahit olmamı sağlayan insanlar: sık sık gereksiz yere zamanımı harcadığım için tümden ilişkimi kesmeyi düşünsem de "iyi ki var şu sanal alem; bazen gerçek hayattan çok daha iyi insanlar çıkarıyor karşıma" dedirten insanlar. İyi ki iyi ki varsınız...
Zor
Öyle sıkılıyor ki canım Ankara işini düşündükçe. Gidiş zamanı yaklaştıkça artıyor içimdeki hüzün. Annemle ayrılış sahnemizi hayal bile edemeden doluyor gözlerim. Boğazıma koca bir yumru oturuyor. Biliyorum direnmenin anlamı yok hayata. Ama neden be be hayat; neden ailemle, eşimle, kızımla rahatça yaşayamıyorum memleketimde? Neden illa ki biri eksik olmalı? Neden seçim yapmak zorundayım ailemle eşim arasında? Biliyorum, sormamam lazım, kabullenmem lazım. İsyan değil asla. Sadece, bilmiyorum işte, biraz hüzün, biraz kırgınlık, biraz da sitem belki. Sahip olduklarımın kıymetini biliyorum çokça. Şükran ve minnet doluyum hepsi için. Sanırım ilk kez gerçek anlamda sıla hasreti çekeceğim. Çok özleyeceğim annemi. Hala kafamda deli sorular: Gitmesem olmaz mı? İş yerine vazgeçtiğimi söylesem ne olur? Kızımın babasından ayrı olmasına gönlüm el verecek mi bu defa da? Zor, çok zor. Rabbim başka zorluk vermesin; bu olsun en büyük derdimiz. Ben biliyorum ki olan her şey benim hayrıma. Ben biliyorum ki hayat benim için en iyisini sunuyor bana. Biliyorum ki tek yapmam gereken kendimi suyun akışına bırakmam. Yapamam dediğim neleri yaptım şimdiye değin; olamaz dediğim neler oldu bitti. Hayattan bir şey öğrendiysem o da er geç tükürdüğünü yalayacağındır. O yüzden, derin derin derin nefesler alıp genişletiyorum gönlümü. Belki İzmir'de belki Ankara'da; her nerede olursam olayım güçlü ve mutlu olmayı seçiyorum ben. Gülümsüyor ve kucaklıyorum hayatı, bana tüm sundukları ile birlikte :)
19 Temmuz 2016 Salı
Her Şeye Rağmen
Ben dünyanın en büyük aşığı olabilirim
Ben koynunda yüz sene bin sene durabilirim
Ben Leyla'yı, Mecnun'u, Ferhat'ı Aslı'yı Kerem'i bilmem ama
Bağdat'ı iki gözüm kapalı bulabilirim...
Sabahtan beri dinlemeye doyamadığım şarkı... Adını daha önce hiç duymadığım Ayla ÇELİK'in Beyaz ile düeti. Umut her zaman vardır; Bağdat'ta zamanın zor koşullarında yaşanan hayatları, ortaya çıkan sanat eserlerini ve bu eserlerin sanatçılarını düşününce, Hayyam'ı aklımın ucundan geçirince neden olmasın diyorum; neden yaşama sevincimize sarılmayalım dört elle, neden sanata, edebiyata, bilime yormayalım kafamızı "bu şartlarda bile"? Asıl böyle zamanlarda yönümüzü çevirmeliyiz sanata, bilime, edebiyata (hoş, edebiyat da en güzel sanat dallarından biri benim gönlümde). Bugün hayranlıkla andığımız sanatçılar, bilim insanları çok mu iyi şartlarda yaşamışlardı? Einstein, Kafka, Beethoven Nazi vahşetinde, Hayyam, İbn-i Sina orta çağda yaşamadılar mı? Acı çekmediler mi? Her şey önlerine altın tepside mi sunuldu? "Tutku"ydu bence eserlerindeki sır; sığınak ettiler yeteneklerini kendilerine. Ben yeteneklerimi keşfedemedim henüz; ama bu başkalarının yeteneklerinden kendimi mahrum etmemi gerektirmiyor. Ben her koşulda kendimi geliştirmeye adıyorum kendimi "her şeye rağmen" ; okumaya, öğrenmeye, hayret etmeye, hayranlık duymaya, öğrendiklerimden keyif almaya adıyorum kendimi. Ha bu arada bir gün kendi yeteneğimi, kendi tutkumu keşfedersem eğer; fazladan bir sığınağım daha olur, ne de güzel olur...
Hayat güzel, çok güzel; her şeye rağmen...
15 Temmuz 2016 Cuma
Yorgun
Aslında bambaşka şeylerden bahsedecektim ama bu yazıyı yazmak için e-postama girince çok istediğim bir işten olumsuz bir gördüm yine. Çok umudum kalmamıştı zaten, aylar geçti görüşmenin üzerinden ama can çıkmadıkça ümit kesilmez hesabı olumsuz yanıt gelmedikçe bir olasılık devam ediyordu sonuçta. İşte bunları söylesem de kendime, moralimin bozulmasını önleyemedim. Neyse, bu da geçecek; vardır bunda da bir hayır elbette.
Tırnaklarımın hali rezalet son iki haftadır. günlerce aklımda bir şekil vermekle gezip sonunda geçen pazar evden çıkarken iki dakika törpüleyivermiştim. Ojesini de akşama evde sürerim dedim ama süremedim tabi. Ve her gün bir tırnağım etinin dibine dibine kırılmak için sıraya girince ne oje sürülecek ne yüzüne bakılacak hale geldiler.
Dün akşam iş dönüşü Matmazeli jimnastik kursundan almaya gittim. Eve girdiğimizde saat 7'yi geçmişti. Ve bir kaşık bile yemek yoktu evde! Hazırda bir şeylerde yoktu aksi gibi. Ya dışarıdan yiyecek ya da evde hazırlayacaktık. Üstelik tezgah ve lavabo bulaşık, bulaşık makinesi bir akşam önce yıkanan temizlerle doluydu. Ve annem gelmiş, tv'yi açmış kiraz yiyordu. Üstelik apartman kapısını bize kendisi açmasına ve Matmazel'in tv izlemesini istemediğimi bilmesine rağmen tv'yi kapatma gereği bile duymamıştı. Tamam, belki sadece 15 dakika önce geldin, belki bulaşık makinesindekileri tabak çanağın yerini değiştireceğimi söylediğim için yerleştirmedin diyelim ;ne yiyeceğiz diye beni aramak da mı gelmedi aklına? En azından dışarıdan bir şeyler alırdım gelirken. Biliyorum, beklentiye girmekle hata benim ama o zaman başka zaman pek çok şeyi kendiliğinden yapmayacaksın! Benim evim senin evin kuralı olacaksa ben de ona göre planımı programımı yaparım. Yapılmamış olması değil düşünülmemiş olması geriyor beni. O yorgunlukla hiç oturmadan patates soydum kavurdum. Bir de baktım ki dolaptaki yoğurt da ekşimiş. E zaten tek çeşit yemek, salata yok, çorba yok; yoğurtsuz olur mu? Evin düzeni olmayınca, bir gün orda üç gün burda kalınca böyle oluyor işte. Aslında eve gelmeden aklımdaydı alışveriş yapmak ama Matmazelle markete girip gerilmek istemediğimden ertesi güne ertelemiştim. Evin yakınındaki markette de doğru dürüst yoğurt olmuyor, Abidik gubidik markalar. Mecbur biraz daha ilerdekine doğru yola düştüm. Arabayla siteden çıkıp park edip geri gelip park edene kadar yürüyeyim bari diye yürüyerek gittim geldim. Masayı hazırladım. Oturduk, yedik yemeğimizi. Matmazel ayranı erken bitti ve başka ayran yok diye mızıkladı biraz, Ben ona cırladım biraz. Neyse ki öyleydi böyleydi derken araya bir kaç şaka, bir yarış sıkıştırıp yemeği neşeyle bitirdik. Matmazel yemeğe devam ederken masanın altına dökülenleri süpüreyim bari deyip elektrikli süpürgeyi çalıştırdım. Hazır süpürgeyi çalıştırmışken salon hariç tüm evi üstün körü de olsa süpürdüm. Böylece haftada 2 gece kaldığımız evin haftalık süpürgesi için 50 TL kar ettim :) Sonra da banyo faslına geçtik. Biraz da orda bağırıştık ama yine çok şükür ki kalbimizi kırmadan, kriz yaratmadan onu da bitirdik. E hadi yatağa derken ben saklambaç oynamak istedi Matmazel. O zaman siz oynayın ben de duşa gireyim o arada dedim. Duştan çıktım, Matmazelin sütünü hazırladım; babası aradı! Yarım saate yakın da babası ile güldü konuştu. Saat zaten 21.15 oldu. Sütünü içip kitabını da okuyunca ben de yattım yanına. Gözümü açtığımda saat 23'lü bir şeyleri gösteriyordu. Doğru yatak odasına yollanıp, telefonun şarj kablosunu bile aramadan vurdum kafayı yattım. Sabah 05.30'da kalktığımda ne kitap okumadığım ne üstümü değişmediğim için pişmandım. Eğer o 23'lü saatlerde azıcık uykumu açacak bir şey yapmaya kalksaydım (iyi ki dişimi falan fırçalamıştım Matmazel'i uyutmadan önce) sabah yataktan kazınırdım eminim.
Velhasıl kelam, yoruluyorum. Hayat koşturmaca ile dolu. Şimdi bu akşam yine yazlığa gideceğiz. Pazartesi işe oradan geleceğim büyük ihtimal. Dün Matmazel'i jimnastiğe babam götürdü, ta yazlıktan geliyor onu getirebilmek için. Ben almaya gidince de bize uğramadan geri döndü kaçar gibi. Gel dedim, gelmedi. Ona bir canım sıkıldı zaten. Bir de eve gidip annemle bunları yaşayınca belki de bir hayır vardır Ankara işinde dedim kendi kendime. Annemle babamın hakkını yiyemem; fedakarlıkları, sevgileri, yardımları sonsuz ve içten biliyorum ve şükran ve minnet doluyum bunun için. Ellerinden gelenden fazlasını yapıyorlar. Nankörlük değil niyetim; sadece her iki tara da ne kadar iyi niyetli olursa olsun bazen işler hayal edildiği gibi olmuyor. 37 yaşında çocuklu bir ailenin kendi düzeninin olması gerekiyor. Yardım, belli bir süre yapıldığında yardım oluyor; sonrası yardım eden de yardım edilen de, her iki taraf için boyut değiştiriyor. Kim bilir ben ne kadar kırıp üzüyorum onları. Kim bilir onların benden beklentileri neler? O yüzden, diyorum ki Allah hepimize sağlıklı sıhhatli mutlu huzurlu çok uzun ömürler versin; arada mesafeler olsun ya da olmasın; önemli olan gönüllerimiz bir olsun...Ha, yine de diyor muyum iyi ki gidiyoruz? Hayır. Hayırlısı diyorum en içimden. Ve dilemeye devam ediyorum bir gün eşimle, kızımla ve ailemin geri kalanıyla İzmir'de huzurla, sağlıkla, mutlulukla hep birlikte yaşamayı...
14 Temmuz 2016 Perşembe
Ruh halim
Müzik benim katalizörüm olmuş resmen. Özellikle çalışırken müziğin kesildiği anlarda performansım düşüyor, hatta durma noktasına geliyor. Canım hiç bir şey yapmak istemediği gibi yapmak için kendimi zorladığımda dahi aklımı toparlayamıyorum. Ofiste bir kaç kişi birlikte olduğumuz için çekiniyorum da sürekli müzik açmaya; her ne kadar rahatsız olmadıklarını söyleseler de benim piyanodan metale, son derece geniş bir yelpazade yer alan müzik zevkimi paylaşmak zorunda değiller sonuçta. Ben de çareyi kızımın kulaklığını işe getirmekte buldum ama o da bir garip oluyor (evde hiç kullanılmamış apple kulaklık varken kutusunu açmaya kıyamayıp kızımın 5 TL'lik kulaklığına el koymam da ayrı bir psikolojik vaka ya, neyse, konumuz o değil. Sahi, konumuz ne ki?) Sanırım bir bluetooth kulaklık edineceğim bu vesile ile. Hoş, işten ayrılmama sayılı günler varken ne kadar gerekli olur bilmiyorum ama, sürekli kullanılabilecek bir şey diye düşünüyorum. Bir de su geçirmez olanını bulursam değmeyin keyfime.
İş yerinde terhisine sayılı gün kalmış asker modundayım. Bir taraftan ne olursa olsun elimden gelenin en iyisini yapmalıyım diyorum, diğer taraftan nasıl olsa benden sonra herkes bildiğini okuyacak diyorum. Kendi kendimi didiklemekten kafayı sıyırma noktasına gelince çıkıp fabrikayı bir dolaşıyorum. Avuç içi kadar yer, 15 dakika anca sürüyor. Çimento öyle miydi ya? Aylarca uğrayamadığımız üniteler olurdu. Neyse, geçmişe mazi derler ve ben oldukça iyi bir şekilde öğrendim ki geçmişi düşünüp durmanın kimseye faydası yok. İşte böyle anlarda müzik bir kurtarıcı oluyor benim için.
Bak aklıma ne geldi: Geçen gece Matmazel "anne yarın işe gitmesen olur mu?" dedi uyumdan önce. "Olmaz annecim, gitmem lazım. Vbelki başka bir gün. Ne yapacağız ben işe gitmeyince?" dedim acaba gitmek, görmek istediği bir yer mi var diye; "bilmem, evde takılırız birlikte olmaz mı?" dedi. Takılırız ne yaa :) Bir de yine geçen gün oynarken bir kaç kez "cicim" diye hitap edince o da bana "cicim" diye bir güzel hitap etti ki :) Bugünlede, hem ben hem de babası evde olmayınca azıcık geçmişe döndü kuzum; çişimi annem yaptırsınlar mı, denize annem girmezse girmemler mi, gece yanına çağırıp saçımı okşamalar mı? İçim eziliyor; bana, bize o kadar ihtayacı var ki. Bazen diyorum acaba benim davranışalrım yüzünden mi, yoksa biz ne yaparsak yapalım böyle olacaktı zaten mi? Psikoloğa falan mı gitsek? Sonra da diyorum ki, niyesi o kadar önemli mi? Neden olursa olsun, ihtiyacı olan şey daha fazla sevgi, daha fazla şevkat. Benim / bizim yapmamız gereken elimizden geldiğince sevgimizi / şevkatimizi ona göstermeye çalışmak. Ha, biz ne kadar versek de o istemeye devam edecek belki, belki... Aman, neyse ne işte. Çoğu akşam yatmadan önce güldürmek için özel çaba sarf ediyorum özen gösteriyorum. Neyse ki ıvır zıvır her şeye gülüyor, kahkahalar atması için bir tekerlemeyi yanlış söyleyip kendi kendinizle azıcık dalga geçmeniz yetiyor ya da bir kelimeyi bile bile yanlış söylemeniz. Şükür, çok şükür, bin şükür...
Bu arada bugün yine inanılmaz sıcak. Pişeceğiz bu gidişle. Neyse ki Ankara serindir di mi? Ha ha ha; bu espiri bile yetti ortamı soğutmaya ne dersiniz?
Ben döneyim müziğime. Bak bunu dinliyorum bugünlerde: I got a girl
Şimdi
Neler oldu neler be blogcum. Başa döndük yine. Ankara'ya gidiyoruz Eylülde. İzmir serüvenimiz 2 yıl sürdü sadece. Gideceğimiz %70 belli olmasına rağmen işe girdim bir ay önce. Orda da başa döndüm aslında; küçük bir fabrikada uzmanlık. Ama keyifli, heyecanlı. Eve uzak biraz ama İzmir'de kalacak olsam 15 dakikalık mesafeye taşınma şansım var(dı). Bu hafta başı söyledim şirkete ayrılacağımı. Ok yaydan çıktı yani artık. Bir de anneme söyleyebilseydim kararın kesinleştiğini. Gerçi hala içimde bir ses dur bakalım diyor. Akşam karar verip uyuyup sabah uyanınca değiştiriyoruz kararımızı. Ama anladık ki eşimin iş değiştirmeye gönlü yok; o Zaman haftada bir gün de olsa kızım babasını görsün diye bırakıp gideceğiz bu güzel memleketi ve Can'ım ailemi :( Bir kaç yıl içinde haftada bir kaç güne çıkmasını ümit ediyoruz eşimin eve geldiği gün sayısını. Hayırlısı olsun Hakkı'mızda... Sağlığımız yerinde olsun; gerisi laf-ı güzaf...
Dönmem artık diyordum ama döndüm bak gene. Belki gene giderim uzun süre, belki bir daha gelmem, belki bir kaç yazı yazarım aynı gün üst üste? Belki? Ama bak, buradayım şimdi. Önemli olan da bu değil mi???
Dönmem artık diyordum ama döndüm bak gene. Belki gene giderim uzun süre, belki bir daha gelmem, belki bir kaç yazı yazarım aynı gün üst üste? Belki? Ama bak, buradayım şimdi. Önemli olan da bu değil mi???
Kaydol:
Yorumlar (Atom)